2024.05.14 09:49 Physical-Sound-763 rant hi hai vaise toh!(thoda guide krdo)
2024.05.13 10:31 Historical-Memory-22 I failed in 12th cbse boards (im18) , I'm feeling like hell and what should I do now...
2024.05.12 13:13 halfhumanhalfgoddess Meri favourite!
2024.05.12 12:48 halfhumanhalfgoddess Meri favourite!
2024.05.11 09:11 muskey_ Should i join a library ?
2024.05.10 18:29 No_Mulberry1214 Rant of a Karachiite college student
2024.05.10 18:04 No_Mulberry1214 Rant of a Karachiite college student
2024.05.10 15:10 halfhumanhalfgoddess Girl :: Boy
2024.05.09 22:12 OK_2050_Train post ok_2050
2024.05.09 21:45 PainWorldly6862 Phirse need help in deciding
2024.05.08 10:17 Hopeless_Hoon Meri zindagi jhand ho gyi T_T
2024.05.08 09:21 Civil_Poetry_ UPI in State Transport buses!?
2024.05.08 09:20 Civil_Poetry_ UPI in State Transport buses!?
2024.05.07 13:05 SpeedyNutria Paragöz egoist hocalar
2024.05.03 07:53 Mysterious_Air_5800 i absolutely fucking resent vit and its administration
2024.05.02 16:58 jazzsham Fantasy confession
2024.05.01 15:43 dayarra Bu ülkenin saplandığı bataklıktan çıkamayışının en büyük nedenlerinden biri, muhalifim diye gezip her hak aranan eylemde "ama polisime taş atıyiler yav, ama gomünüst bayraği açiyler yav" diye kulp takan tipler. ondan sonra da gelip "nasıl isyan etmiyoruz ya" diye ağlıyosunuz.
2024.05.01 12:29 MekhaDuk Çariçe Katerinanın Polonya paylaşımı ve Osmanlıya savaş ilanı
submitted by MekhaDuk to TarihiSeyler [link] [comments] https://preview.redd.it/id9yuh9mjsxc1.png?width=1200&format=png&auto=webp&s=185e73adb6b7ced5817dd2e4039847e6edd79261 Katerina memnundu. Stanislaw'ın kral seçilmesi Lehistan veya Stanislaw için olmasa bile onun başarı hanesine yazılmıştı. Fakat zaferi Lehistan meselelerini etkileme kabiliyeti hakkında iyimser bir görüşe kapılmasına yol açtı. İki yıl sonra Leh "ayrılıkçılar" konusunda Seym'i zorlamaya çalışmasıyla düşmanlık ve savaşa götürecek kapıları aralamıştı. "Ayrılıkçılık meselesi" ağırlıkla Roma Katolik dinine bağlı Lehistan'da çeşitli dini azınlıkların çatışan statüleri için kullanılan resmi terminolojiydi. Bu azınlıklar -ülkenin üçte birine tekabül eden doğudaki Rus Ortodoks nüfusu ve kuzeydeki binlerce Protestan Lüterci- dini ibadetlerinde sürekli taciz edilmişler ve siyasi hakların çoğundan mahrum bırakılmışlardı. Seym'e vekil seçmelerine veya yüksek dereceli mülki veya askeri makamlara gelmelerine izin verilmiyordu. Önderleri yıllardır yardım için bakışlarını yurtdışına çevirmişti: Ortodoksların gözü Rusya'da, Protestanların Prusya'daydı. Süregiden sorunları ve himaye için aralıksız ricada bulunmaları Rusya ve Prusya'ya Lehistan'da bir başka ortak çıkar alanı yaratıyor, ülkenin iç işlerine müdahale için fazladan bir bahane veriyordu. Saltanatının başlangıcından itibaren Katerina Ortodoks inancındakilerin yeni kilise inşa etmelerinin yasaklandığını ve mevcut kiliselere devam etmelerinin sık sık engellendiğini duymuştu. İmparatoriçenin bu tutuma karşılık vermesi için bir sebebi vardı. Rusya'da kilisenin topraklarını ve serflerini devletleştirmiş olduğu için ülkesinde kilisenin teveccühünü yeniden kazanmak amacıyla bir şeyler yapmak istemekteydi. Bir başka teşvik unsuru da Katolik Kilisesi'nin otoritesine getirilecek her sınırlamanın Aydınlanma döneminin dini hoşgörü ilkelerine uygun düşecek olmasıydı. Stanislaw'ın Leh tahtına seçilmesinden üç ay sonra Rus elçisi Prens Nikola Repnin, Lehistan'da Czartoryskiler ve diğer güçlü asillerin istedikleri reformlara - liberum veto'nun ilgası, tahtın kalıtsal hale getirilmesi, dini azınlıklar konusunda tavizler verilene dek imparatoriçenin izin vermeyeceğini bildirdi: Ortodoks ve Protestan inancından olanlara kendi kiliselerinde ibadet etmeleri, kamu hayatına ve cemaatlerinin idaresine katılmaları için izin verilmeliydi. Stanislaw ayrılıkçılık meselesini bir sonraki Seym'de gündeme getirmeyi kabul etti. Katolik kilise adamları tarafından körüklenen ayrılıkçılık karşıtı ajitasyon derhal alevlendi. Her iki taraf da tutumundan taviz vermedi. Katerina dini azınlıklar için siyasi haklar talep etmekle, inançlarının en küçük bir şekilde tahrifine veya imtiyazlarının ihlaline razı olmaktansa savaşmaya hazır ateşli bir Katolik halka ağır talepler yüklemekteydi. Din, her şeyin üstünde milli bir meseleydi; Katolik inancına yönelen tehditler her Lehistanlıya vatanseverliğini hatırlatmaktaydı. 1766 Seym'i toplandığında ayrılıkçıların herhangi bir şikayetine cevap vermeyi kararlı şekilde reddetti. Katerina da tutumunu yineledi: Lehistan ayrılıkçıların haklarına izin verene dek başka hiçbir ıslahat yapılmayacaktı. Stanislaw arada kalmıştı. Katolik memleketlilerinin inançlarını yakından bildiğinden imparatoriçeye dini konulara karışmamasını rica etti. St. Petersburg'daki elçisine şöyle yazdı: "[Bu talep] ülke ve şahsen benim için gerçek bir yıldırım çarpmasıdır. Bana satın aldığı tacın ateşten bir gömlek haline geleceğini anlamasını insaniyet adına sağlamaya çalışınız. Beni canlı canlı yakarlar, sonum pek fena olur." Katerina onun yakarışlarına kulak asmadı. Tutumunun ahlaki bakımdan tartışma götürmez olduğunu düşünüyordu; baskı altındaki bir azınlığın haklarını Katolik Kilisesi'ne karşı savunmaktaydı. Bunun yanında Stanislaw'a para vermişti; desteğini satın aldığı ve bedelini ödediği fikrindeydi. Lehistan'daki Rus büyükelçisine politikasını aynen sürdürmesi talimatını verdi. Prusya Kralı Friedrich, Katerina'nın kral ve Seym'le mücadelesinde bir kenara çekilmekten ve kendisini Kuzey Lehistan'ın Protestan bölgelerinde karışıklık çıkartmaya vermekten memnundu. Bu tutumu da Leh Katoliklerinin tüm yabancı müdahalelere direnişlerini güçlendirmeye ve Katerina'nın çabalarına daha fazla güçlük çıkartmalarına hizmet etti. Seym üyeleri katılaşır ve aksileşir, Katolik piskoposları ayrılıkçıların muzırlıklarına karşı yağıp gürler, asil sınıfının bazı mensupları taraftarlarını silahlandırırken, Katerina Lehistan'a daha fazla Rus birliği göndermek dışında başka seçenek göremedi. Bir sonraki Seym Ekim 1767'de toplandığında Varşova Rus ordusu tarafından işgal edildi. Repnin Seym binasını askerleriyle sardı ve üyelerin verdiği talimatın aksine oy kullanmamaları için bazı askerleri de Seym oturum salonuna soktu. Başlangıçta Seym sindirilmeye karşı çıktı. Piskoposlar ayrılıkçıların haklarına karşı konuştuklarında üyeler gürültüyle tasdiklerini ifade ettiler. Bunun ardından Repnin yaşlı Krakov piskoposu dahil iki piskoposu tutuklattı ve sınırın öte yanına, Rusya'ya sürgüne gönderdi. Üyeler protesto etmesi için krallarına baktıklarında Stanislaw'ın Repnin'in taleplerini kabul ettiğini gördüler ve bunun üzerine onu Rusya lehine ülkesine ihanetle suçladılar. 7 Kasım 1767'de çok sayıda eksik üyeyle toplanan Seym, her yerde ışıldayan Rus süngülerinin altında ve arkasında toplanacak kimse bulamadığından diş bileyerek boyun eğdi ve "ayrılıkçıların" eşitlik haklarını kabul etti. Ancak Katerina ile Repnin'in işleri bitmemişti. Şubat 1768'de krala ayrılıkçı azınlıklara ibadet özgürlüğü tanıyan ve Rusların rızasını almadan anayasayı değiştirmeme yükümlülüğü altına sokan bir Leh-Rus ittifak antlaşmasını zorla imzalattılar. Varşova Seym'inin dağılmasından iki gün sonra bir grup muhafazakar Katolik asil Türk sınırı yakınındaki Güney Lehistan şehri Bar' da toplandılar ve amacı Lehistan'ın bağımsızlığını ve Katolik dinini savunmak olan bir Konfedere Seym ilan ettiler. Leh vatanseverliği kötü hazırlanmış ve koordinasyonsuz bir ayaklanmaya yol açtı. Rus birlikleri güneye yürüdüler ve bu konfedere grubunu kolayca dağıttılar. Bununla beraber Lehistan'ın başka yerlerinde Rus karşıtı konfederasyonlar baş gösterdi ve Katerina daha fazla asker sevk etmek zorunda kaldı. Konfederasyoncular da Fransa ve Avusturya'ya destek çağrılarında bulundular; her iki ülke bu çağrılara para ve askeri danışmanlar göndererek karşılık verdi. Katerina ülkeyi daha da fazla Rus askeriyle doldurarak tavır aldığında Leh Katolikliğinin ve milli gururunun gücünü çok azımsadığını fark etti ve kendisini hayretle askeri bir harekatın içine düşmüş buldu. Voltaire'e mektubunda "Lehler milletlerinin üçte birini medeni haklardan mahrum etmek için savaşıyorlar" demekteydi. Katerina Lehistan'ı başında kukla bir kralla vasal bir devlete çevirmeyi başarmış fakat aynı zamanda Lehlerin nefretini, Osmanlı'nın tehlike duygusunu, Avusturya'nın endişesini ve hatta Prusya'nın tedirginliğini uyandırmıştı. Friedrich Rusya'yla ittifak antlaşmasını Lehistan'ın tümünün Rus denetimi altına girmesi için imzalamamıştı. https://preview.redd.it/mz6up48xisxc1.png?width=1988&format=png&auto=webp&s=58c288fa44c4ff7a4d84e6c5380d3dc714f0fb54 Lehistan'daki olayların doğurduğu rahatsızlık Avrupa çapında yayıldı. Eski Anhalt-Zerbst prensesinin imparatoriçeliğe yükselme başarısına zaten şaşırmış olan hükümdarlar ve devlet adamları şimdi de eski aşığını krallığa getirmesini ve Rus nüfuzunu bu yeni kralın ülkesine genişletmesini seyretmekteydiler. Hem Lehistan hem de Rusya'nın komşusu Türkler daima zayıf bir tampon devlet olarak kalacağını varsaydıkları Lehistan'da Rus askeri gücünün artmasından büyük telaş içindeydiler. Rus birlikleri artık Dinyeper, Bug ve Dinyester nehirlerinden inip Balkan eyaletleri Eflak ve Boğdan'ı tehdit edebilecek konumdaydılar. Rus askerleri Tuna'ya ulaşıp geçtikleri takdirde İstanbul şehrini bile tehdit edebileceklerdi. Osmanlı'nın geleneksel müttefiki Fransa da Rusların Lehistan'da artan nüfuzunu sınırlamaya istekliydi. Bu sebeple İstanbul'daki Fransız diplomatlar padişah ve sadrazamını Rus genişlemesinin durdurulması gerektiği, bunun için de en iyi yolun Ruslar hazırlıklarını tamamlamadan savaş ilan edilmesi olduğu konusunda ikna etmekte güçlük çekmediler. İstanbul'da dağıttıkları paralar da davalarını daha ikna edici hale getirdi. Osmanlı'nın şimdi sadece bir bahaneye ihtiyacı vardı. İdeal bir casus belli [savaş nedeni-e.] Ekim 1768'de ortaya çıktı. Güneybatı Lehistan'da Lehlerle savaşan Rus birlikleri Türk sınırını aşarak takibatta bulunmuştu. Osmanlı İmparatorluğu Rus elçisine bir ültimatom gönderip tüm Rus birliklerinin sadece Türk topraklarından değil Lehistan'dan da çekilmesini talep etti. Rus elçisi bu talebi St. Petersburg'a bildirmeyi dahi reddedince Türkler onu beraberlerine alıp Yedikule'ye götürdüler ve bir hücreye hapsettiler - Osmanlı protokolüne göre bu savaş ilanıydı. Berlin'den bu olayları takip eden il. Friedrich elleriyle başını tutarak inledi, "Ey Tanrım, bir Lehistan kralı yaratmak uğruna nelere tahammül etmemiz gerekiyor?" Katerina Türklerin savaş ilanı karşısında yeise kapılmadı. Aslına bakılırsa bunun önemli Rus emellerine ulaşılması için bir fırsat sağladığına inanıyordu. Elbette savaşa müttefiksiz girmeyecekti; Rusya tek bir muhasım devletle savaştığı sürece, Prusyalı Friedrich antlaşma gereği tek bir piyade seferber etmek zorunda değildi. Rus-Prusya antlaşmasının şartlarına göre Rusya'ya yıllık bir yardım yapmakla yetinebiliyordu. Özel sohbetlerinde savaşı "tek gözlüyle kör arasında bir yarışma" olarak adlandırıp önemsemedi. Bu tür görüşlerine ancak Katerina'nın generalleri, 1769 ve 1770'reki parlak başarılarıyla yanıldığını ortaya koyduklarında son verdi. azak kalesi Rus birlikleri 1769 yılı ilkbaharında Büyük Petro'nun zamanında işgal ettiği ve sonra da 1711 yılında Türklere geri vermek zorunda kaldığı Azak ve Taganrog'u ele geçirip tahkim ettiler. Bu limanların ve kalelerinin denetimi, Don Nehri'nin Azak Denizi'ne girdiği noktadaki ağzının denetimi anlamına gelmekteydi. Ruslar bunun ardından Azak Denizi'nin Karadeniz'le birleştiği noktadaki, bizzat Karadeniz'e erişim sağlayan Kerç'i zapt ettiler. Bu esnada Lehistan'ı üs olarak kullanan seksen bin kişilik bir Rus ordusu güneye doğru ilerleyip Türk eyaletleri Boğdan ve Eflak'a girdi. General Petro Rumyantsev'in güçleri tüm Boğdan'ı ve Tuna'ya kadar Eflak'ı işgal ettiler. 1770'te Rumyantsev 40.000 askerin başında Tuna'yı geçti ve daha kalabalık iki Türk ordusunu hezimete uğrattı. 7 Temmuz'daki Larga muharebesinde 70.000 ve 21 Temmuz'daki Kagul muharebesinde 150.000 Türk askerini bozdu. Rumyantsev bu başarıları üzerine mareşalliğe terfi ettirildi. St. Petersburg'dan gelişmeleri izleyen sevinç içindeki Katerina Voltaire'e övünmekteydi: "Kendimi tekrarlama ve sıkıcılaşma pahasına size zaferden başka verecek haberim yok." İmparatoriçe hemen her gün savaş divanıyla buluşuyor ve generallerine sürekli uzun ve cesaretlendirici mektuplar gönderiyordu. İzindeki subaylar Kışlık Saray'da ağırlanıyor ve başkentteki her askeri geçitte imparatoriçe fahri albaylığını yaptığı alaylardan birinin üniformasıyla halkın karşısına çıkıyordu. Katerina ayrıca savaşın ilk aylarından itibaren donanmasını Türklere karşı kullanmanın yollarını arıyordu. Rus İmparatorluğu Karadeniz'de bir köprübaşı bulundurmadığından filoya da sahip değildi. Büyük Petro bir Baltık filosu inşa ettirmiş ancak halefleri bunu bakımsız bırakmıştı. Saltanatının başlarında Katerina eski gemileri tamir ettirerek, yenilerini inşa ettirerek ve İngiliz hükümetinden bazı deneyimli Kraliyet Donanması subaylarını kiralamak için izin isteyerek bu filonun durumunu iyileştirmeye başlamıştı. Tuğamiral rütbesi verilen ve ülkelerinde aldıkları maaşın iki katı teklif edilen Albay Samuel Greig ve John Elphinstone dahil bir dizi İngiliz subayı bu yolla istihdam edilmişlerdi. Katerina bu filo ve subaylarının kullanılmasını arzu ediyordu. https://preview.redd.it/wx5lvvz8ksxc1.jpg?width=1080&format=pjpg&auto=webp&s=c991e16211986d108c9de78625fb5ce0762543f1 Savaş divanının bir toplantısında Gregori Orlov bu silahın Türklere gerilerinden saldırmak için Akdeniz'e gönderilip gönderilemeyeceğini seslice sorguladığında Katerina ilgi duydu. Rus donanmasının büyük bir kısmının Avrupa kıtasının çeperinden okyanusu aşarak gönderilmesi cesur bir öneriydi. Filo Baltık'tan Kuzey Denizi'ne geçecek, Manş Denizi'ni aşıp Fransa, İspanya ve Portekiz sahillerinin açıklarından ilerleyerek Cebelitarık Boğazı'ndan Akdeniz'e geçecekti. Rus bayrağı taşıyan filo buradan da Doğu Akdeniz ve Ege'ye ulaşacaktı. Bu stratejinin iş görmesi için Katerina dost bir Avrupa devletinin desteğine ihtiyaç duymaktaydı. İngiltere'ye bir kez daha yanaştı ve Whitehall tekrar rıza gösterdi. İngiliz hükümetinin muhakemesine göre Ruslar, Türklerle savaşırken, Türklerin geleneksel müttefiki Fransa ile de savaşacaklardı. İngiltere'nin can düşmanı Fransa'ya zarar verecek her şey Londra tarafından daima onay görürdü. Dolayısıyla İngiltere, Rus filosuna dinlenmesi, ikmali ve tamir görmesi için İngiliz donanma limanları Hull ve Porsmouth'u, ardından da Cebelitarık ile Akdeniz'de bulunan Minorka'daki tesislerini sundu. Katerina 6 Ağustos 1769'da uzun deniz yolcuğunun ilk ayağına çıkan Rus filosunun Kronstadt'tan yelken açışını seyretti. Gemiler Hull'da ikmal aldılar ve kışı Batı Akdeniz'deki Minorka Adası'nda bulunan İngiliz üssünde geçirdiler. Amiral John Elphinstone komutasındaki ikinci bir filo Ekim ayında ayrılıp Kuzey Denizi'ni aştı ve kışı isle of Wight açığındaki Spithead'de geçirdi. Nisan ayında bu gemiler denize açıldı ve Toskana grandükünün ikmallerini sağladığı Livorno'ya ulaştı. Birleşik Rus filosu Mayıs 1770'te Ege Denizi'ne girişi belirleyen Mora Yarımadası'nın ucundaki Matapan Burnu'nda belirdiler. O sırada filonun birinci komutanlığı filoya Livorno'da katılan Gregori Orlov'un kardeşi Aleksey'e geçmişti. Katerina'nın hükümet darbesinde ve III. Petro'nun ölümünde etkili olmuş bu uzun boylu, çiçek bozuğu yüzlü Rus, seyrüsefer bilgisi eksikliğini kararlılığıyla kapatmaktaydı ve Samuel Greig'i teknik danışman olarak yanına almıştı. Gemilerini topladığında Ege'nin mavi sularında düşmanın peşini kovalamaya başladı. https://preview.redd.it/vrdngk6yjsxc1.jpg?width=1920&format=pjpg&auto=webp&s=7aa3cb442b229abf0ef758bd44468bcf5d9c14f5 Haziran sonunda da onları yakaladı. Sakız Adası'nın ilerisinde Türkiye'nin Anadolu sahilleri uzanır. On altı savaş gemisine komuta eden bir Türk amirali 25 Haziran' da bu adanın sularında beklenmedik bir manzara gördü: Aziz Andreas'ın mavi haçını taşıyan beyaz sancaklı -Rus donanma bayrağı- on dört büyük gemi savaş düzeninde yaklaşmaktaydı. Orlov Çeşme Körfezi'nin kuzey ucundan derhal çatışmaya girdi. Bir Rus gemisi Türk sancak gemisini mahmuzladı, Rus ve Türk tayfalar güvertede boğaz boğaza savaşa tutuştular. Yangın çıktı ve her iki gemi de infilak etti. Kalan Türk gemileri hızla Çeşme Körfezi'ne kaçtılar. Türk amirali dar körfezin sığ sularında Rus gemileri manevra sahası bulamayacaklarından burada güvende olacaklarına inanıyordu. Ertesi sabah Orlov tekrar taarruza geçti. Greig üç gemiyle körfeze girdi ve 96 topluk Türk muhribine saldırdı. Arkalarından yangın gemisine dönüştürülmüş ve patlayıcı doldurulmuş üç eski Yunan mavnası dumanlar ve savaş karmaşasına gizlenerek demirli Türk filosunun üzerine salındı; Türk denizcilerin ilk gördüğü şey karşılarından yaklaşan, yalazları göğe uzanan bir alev duvarıydı. Kapalı alanda sert rüzgarın savurduğu alevler süratle yayıldı ve birbiri ardına Türk gemileri alevlere yakalanıp infilak etti. Sonuç tam bir yok oluştu; on beş Türk muhribi imha edilmiş sadece biri kaçabilmişti. Dokuz bin Türk denizcisi -ve otuz Rus- ölmüştü. Çeşme Körfezi denizlerde şöhreti olmayan bir filo ve ülke için hayret verici bir başarıydı. Artık kendisini Ortodoks Yunanların kurtarıcısı olarak gören Orlov, zaferi sayesinde Türk efendilerine karşı Yunanları ayaklanmaya ikna etmek için gemilerini dilediği gibi Ege'de dolaştırma imkanını buldu. Ancak kara ordusuna sahip bir müttefikin faal desteğini bulmadığından bu çabalarında başarı kazanamadı ve bir süreliğine Çanakkale Boğazı'nı ablukaya aldı. Sonbahar geldiğinde Rus mürettebat dizanteri hastalığına tutulmuştu ve filo kışı geçirmek için Livorno'ya çekildi. İlkbaharda Orlov'a ülkeye dönmesi emri verildi. Rusya'ya gelişinde bir kahraman gibi karşılandı ve önünde eğildiği Katerina'nın elinden Aziz Georgi nişanını aldı. çeşme deniz baskını Rusya'nın şaşırtıcı 1770 yılı başarıları -Rus ordularının Karadeniz ve Tuna'ya ilerlemesi, Rus donanmasının Akdeniz'deki mevcudiyeti ve Türk filosunun Çeşme'de tamamen imha edilmesi- Avrupa'yı tehdit algısıyla çok yüklü bir hayrete uğrattı. Rus gücünün hızla genişlemesi düşmanları kadar dostlarını da endişelendirmeye başladı. Bunlardan biri olan Prusya Kralı Friedrich, Katerina'nın Lehistan'ın bütününde daimi hakimiyet kurmasını aklına bile getirmek istemiyordu. Ne Prusya ne de Avusturya, Rusya'nın Balkanlar'a girmesi veya İstanbul'u zapt etmesi fikrinden hoşlanıyordu. Diğer taraftan ne Friedrich ne de Maria Teresa bu hedeflerine erişmekten Rusları nasıl alıkoyabileceklerini biliyordu. Bu sebeple Friedrich, Katerina'ya tebriklerini sunmakla beraber, ("Her zaferiniz için size yazmam mümkün değil; bir düzine kadarı birikene kadar bekleyeceğim") istediği son şey Fransa ve Avusturya'yı Rusya'yla karşı karşıya getirecek ve müteakiben de Prusya'nın Katerina'nın müttefiki sıfatıyla savaşa girmesine yol açacak geniş çaplı bir savaştı. Prusya 1764 antlaşmasında Rusya saldırıya uğradığı takdirde, Katerina'nın yardımına gideceğini vaat etmişti. Halihazırdaki savaşta Osmanlı açıkça saldırgan taraf olduğundan Prusya esasen Rusya'ya mali yardım gönderiyordu. Fakat şimdi Rusların Balkanlar'a nüfuz etmesinden telaşlanan Avusturya Türklerle ittifaka girme tehdidinde bulunuyordu. Bu durum savaşa yol açtığı takdirde Rusya antlaşma yükümlülüklerini yerine getirmesini Prusya'dan talep edecek ve Friedrich de yaşamında üçüncü defa Avusturya'ya karşı savaşa girmek zorunda kalacaktı. Halbuki Friedrich artık savaştan bıkmıştı. Elli beş yaşındayken Silezya'yı krallığına eklemek için Avusturya'yla iki defa savaşmış, bu eyalete sahip olmuştu. Uğruna tekrar savaşmak için hiç istek duymamaktaydı. Tercihi diplomasiydi. Lehistan'ın bağımsızlığı çatırdamakta, Rus elçisi krallığın fiili yöneticiliğini yapmakta ve Katerina'nın ülkenin tamamını yutması an meselesi görülmekteydi. Bunu engellemek ve barış yolundan ayrılmamak için Friedrich Lehistan'ın üç güçlü komşusunu tatmin edebilecek bir çözüm yolu aradı. Farz edelim, Prusya, Avusturya ve Rusya'nın her biri çöken devletin ayrı bölgelerini almakla acaba yatıştırılabilir miydi? Şayet Katerina sadece ağırlıkla Ortodoks nüfusun yaşadığı doğu kısmını almaya razı olursa ve Friedrich de sırf Protestan kuzeybatıda istediklerini alırsa, o takdirde Avusturya güneydeki Katolik nüfuslu geniş topraklarla tatmin olabilir miydi? Bu üç devlet aralarında bu planı kabul ederlerse, Avrupa'da hiçbir tarafın -ne Türkler veya Fransızlar, tabii kesinlikle de Lehler- bu güç birliğine direnemeyeceğinden emindi. Toprakların ortaklaşa genişletilmesi için Lehistan'ın komşularına yaptığı bu sinsi işbirliği teklifinin arkasında Friedrich'in kendisi için istediği ganimet vardı. Doğu Prusya, Hohenzollern mülklerinin geri kalanından fiziken ayrıydı. Friedrich yıllardır ülkesini bölen Lehistan'ın Baltık sahili topraklarını alarak bu kusuru kapatmayı umuyordu. Küçük kardeşi Prens Heinrich von Preussen'in 1770 sonbaharında St. Petersburg'a bir devlet ziyaretinde bulunması da Friedrich'in diplomatik kumpasına yardım etti. Kısa boylu, ifadesiz çehreli Heinrich, Rus başkentine ağabeyinin ricası üzerine Lehistan'ın bölüşülmesi planlarını desteklemek için gönülsüzce gitmişti. Heinrich ağabeyi gibi şatafatlı merasimlere hiç ilgi duymamakla beraber gözü onun kadar açık, algıları onun kadar güçlüydü. Katerina onu ziyafetlere, konserlere ve balolara boğuyor, o ise Katerina'nın sarayının lüks hayatında rahat etmiyordu; her yere zamanında ve titizlikle gidiyor ancak eğlenmiyordu. Ağırbaşlılığı ve sert Prusyalı selamından da Rus sarayındaki birçokları hoşlanmıyordu. Fakat kendisi gibi Alman olan Katerina ile gayet iyi anlaşmaktaydı. Prens ve imparatoriçe Aralık ayı civarında Lehistan'ın bölüşülmesini ciddiyetle tartışmaya geçtiler. Katerina Lehistan'dan alacağı kalıcı toprak kazançları karşılığında mağlup Türkiye'den toprak terki taleplerini azaltmaya razı olabilir miydi? Katerina sorunun üzerinde kafa yordu; kara ve denizdeki askeri zaferlerinin tadına vardığı bir sırada uzlaşmaya pek istekli değildi. Neticede Osmanlı'yla fiilen savaş halindeki tek devlet Rusya'ydı; Türklerle o harbe girmiş ve mağlup etmişti. Dahası, Lehistan meselelerinde bu kadar gayret gösterip para harcadıktan sonra Stanislaw vasıtasıyla tüm Lehistan'ı Rusya'nın uydusu haline getirmeyi tercih etmekteydi. Fakat durumunu değerlendirdikçe daha makul bir tavır aldı. Ne müttefiki Prusya'nın ne de düşmanlığı artan Avusturya'nın Balkanlar'da Osmanlı'nın aleyhine geniş kazançlar elde etmesine izin vermeyeceğinin bilincine vardı. Zihninin gerisinde Avusturya ve Fransa'nın Türkiye'nin yanında savaşa girebilecekleri korkusu yatmaktaydı; o esnada Avusturya ile Fransa aylardır para ve askeri danışman şeklinde Lehistan'daki konfederasyonculara yardım göndermekteydi. Dahası Ortodoks ve Katolik Lehler arasındaki kesilmeyen derin nefretin muhtemelen bu ülkeyi sonu gelmez bir askeri ve mali masraf kapısı yapacağını anlıyordu. Son olarak, Ortodoks Kilisesi'nin önderleri ve inananları dahil birçok Rus'un Lehistan'ın Ortodoks nüfusunun Rus himayesi altına alınmasını coşkuyla karşılayacaklarını, bunun da daha fazlasını isteyenlerin ağzını kapatacağını biliyordu. Ocak 1771 'de Prens Heinrich, Rus Noeli ve yeni yıl kutlamalarından çıkarken Avusturya birlikleri aniden Karpatları geçtiler ve Güney Lehistan'da bir bölgeyi işgal ettiler. Bu haber imparatoriçe ile Prens Heinrich'e Kışlık Saray'daki bir konser sırasında ulaştı. Haberi duyunca başını sallayan Heinrich, "Sanırım Lehistan'da insanın eğilip önündekini yemesi lazım" yorumunda bulundu. Katerina lafı onun ağzından alıp cevap verdi, "Neden biz de kendi payımızı almayalım?" Heinrich bu teatiyi Friedrich'e bir mütalaayla iletti: "Her ne kadar bu tesadüfi bir lakırdı olsa da sebepsiz söylenmediği açık ve kuşkum yok ki bu olaydan kazanç sağlaman çok mümkündür." Friedrich kardeşinin Berlin'e dönüşünden kısa süre sonra, Mart ayında Katerina'ya yazıp Avusturya'nın saldırganlığı karşısında belki de Prusya ve Rusya'nın onun örneğini takip edip istediklerini almalarının uygun olacağı önerisinde bulundu. Mayıs ortasında St. Petersburg'daki Prusya ortaelçisi, imparatoriçenin Lehistan'ın paylaşılmasına rızasını verdiğini Berlin'e bildirdi. Prusya kralı Frederik bu siyasi ortamda adeta kurşun sıkmadan 7 sene aralıksız savaşta kazandığından daha geniş bir toprak parçasını kazanacak ve Konigsberg ile Berlin sınırını birleştiren ilk lider olacaktı. Paylaşım anlaşmasında mutabakata varılması için Avusturya'yla müzakerelerle bir yıl daha geçirildi. Bu yıl zarfında diplomasinin odağında Maria Theresa yer aldı. Balkanlar'daki Rus zaferlerinden telaşlanan ve özellikle Tuna'da Türklerin yerine Rusların geçmesi önerilerine karşı çıkan Avusturya imparatoriçesi, Temmuz 1771 'de Habsburgların eski düşmanı Müslüman Türklerle gizli bir yardım anlaşması yapma taahhüdüne girdi. Ancak sırların ömrü fazla değildir ve Friedrich ile Katerina anlaşmanın haberini aldıklarında Avusturya'yı dikkate almadan 17 Şubat 1772'de Lehistan'ın paylaşımı için bir anlaşma imzaladılar. Bu esnada Maria Theresa'nın oğlu ve ortak hükümdar il. Joseph, Avusturya'nın çıkarının Friedrich ve Katerina'ya iştirak edilmesinde yattığı hususunda annesini iknaya çalışmaktaydı. Maria Theresa bu iki hükümdardan nefret ediyor, onları aşağı görüyordu; Friedrich Silezya'yı çalmış bir Protestan'dı, Katerina aşık besleyen bir gaspçıydı. Kendisi ise mümin bir Katolik'ti ve komşu bir Katolik devletin yağmalanmasına yardım etme fikrinden tüyleri ürperiyordu. Bu vicdani tereddütlerin aşılması bir süre aldı ve oğlu annesinin kararını şahsi duygularından daha geniş bir bağlamda değerlendirerek alması için çok gayret gösterdi. Avusturya imparatoriçesi bir seçimle yüz yüzeydi: Ya Türkiye ile henüz imzaladığı gizli anlaşmaya bağlı kalacak ve başka bir Avrupa devletinden yardım almadan Rusya'yla savaşa girecek veyahut Türkleri yüzüstü bırakıp Lehistan'dan bir başka büyük dilim almak için Prusya ve Rusya'ya katılacaktı. Maria Theresa en sonunda Türkleri terk etti. İmparator il. Joseph 5 Ağustos'ta annesi namına Lehistan'ın paylaşımı anlaşmasına imzasını koydu. Üç paylaşan devlet hak iddia ettikleri yeni topraklarına askerlerini gönderdiler ve bir Leh Seym'inin toplanarak saldırganlıklarını onaylamasını talep ettiler. Stanislaw 1773 yazında boyun eğerek Seym'i topladı. Birçok Leh asili ve Katolik din adamı katılmayı reddetti; gelenlerden bazıları tutuklandı, diğerleri de rüşveti kabul edip suskun kaldılar. Daha sonra Seym'den geri kalanlar bir konfederasyon kurup çoğunluk oyu gerekliliğini ortadan kaldırdılar. Bu yolla Lehistan 30 Eylül 1773'te paylaşım anlaşmasını imzalayarak zaten kaybettiği topraklarını resmen teslim etti. Çatırdayan devlet sonraları Lehistan'ın ilk Paylaşımı adı verilen bu olayla topraklarının üçte birini ve nüfusunun üçte birinden fazlasını kaybetti. https://preview.redd.it/vdyu35r2lsxc1.jpg?width=1600&format=pjpg&auto=webp&s=63e82a40fe902fcf991add5acafdfbe3bfcbf261 Rusya'nın payına düşen Doğu Lehistan'daki 58.000 kilometrekarelik en büyük toprak parçası Dinyeper Nehri'ne dek uzanıyor ve Baltık'a dökülene dek Dvina Nehri'nin tüm hattını kapsıyordu. Beyaz Rusya adıyla bilinen bu bölge (günümüzde bağımsız Belarus'un bir kısmıdır) Rus kimliği, gelenekleri ve dinine sahip, daha çok Rus soyundan gelen 1.800.000 kişilik bir nüfusa sahipti. Prusya'nın Lehistan payı hem alan hem nüfus bakımından en küçüğüydü: 21.000 kilometrekare büyüklüğüyle ağırlıklı olarak Alman ve Protestan kimlikli 600.000 nüfusa sahipti. Friedrich en azından o esnada halinden memnundu. Baltık bölgesindeki Batı Prusya ve Lehistan Pomeranyası'nı elde ederek krallığını coğrafi bakımdan birleştirmiş ve kopuk Doğu Prusya eyaletini Brandenburg, Silezya ve Almanya 'nın diğer Prusya topraklarına eklemlemişti. Avusturya, Galiçya'nın büyük kısmı dahil 44.000 kilometrekarelik alanla Güney Lehistan'ın önemli bir parçasını aldı. Maria Theresa en fazla sayıda tebaayı elde etti: Büyük kısmı Katolik 2. 700.000 Leh. Direniş gösteren az sayıda Leh, üç büyük devletin gücü karşısında başarı kazanamadı. İngiltere, Fransa, İspanya, İsveç ve papa paylaşımı lanetlediler ancak hiçbir Avrupa devleti Lehistan için savaşa girmeye hazırlıklı değildi. Katerina'nın Lehistan'a müdahalesi başarılıydı. Rusya'nın sınırlarını büyük Dinyeper ticaret hattına geri döndürmüştü. İki milyon Ortodoks artık inançlarını engelsizce yerine getirebilecekti. Ancak Osmanlı'yla savaşında başka önemli hedefleri vardı. Türkler hala nehrin denize aktığı ağzı kontrol ettiklerinden Rusya'nın batı sınırlarının Dinyeper'e genişletilmesi bu büyük su yoluyla Karadeniz'e açılması anlamına gelmemekteydi. Katerina bu nehir ağzını elde etmenin peşindeydi. Bu da Türklerle savaşın devam etmesini gerektiriyordu. 1771 yılı muharebe alanlarında hayal kırıklığı yaratmış, Tuna'da Rus generalleri 1770 yılının zaferlerini devam ettirememişti. General Vasili Dolgoruki Kırım'a taarruz edip yarımadayı istila ettiği halde, bu durum padişahı barışa yöneltmemişti. Ortaya çıkan yenişememe ve bezginlik dönemi üç yıl sürdü. Rusların talihi 1773 sonuna kadar düzelmedi. Aralık ayında [Ocak 1774-e.] Sultan III. Mustafa öldü ve yerine kardeşi 1. Abdülhamit geçti. Savaşı sürdürmenin faydasızlığını ve tehlikesini takdir eden yeni padişah bunu sona erdirmeye karar verdi. Katerina da Tuna'da yeni bir taarruza geçerek onu teşvik etti. Rumyantsev Haziran 1774'te elli beş bin askerle Tuna'yı geçti. 9 Haziran'da sekiz bin Rus askerinin nehrin yetmiş kilometre güneyinde, kırk bin Türk askerine süngü hücumu Türk hatlarını bozdu ve Kozluca' da ezici bir Rus zaferine yol açtı. Rusların İstanbul'a ulaşmasının önüne geçilemeyeceğinden korkan sadrazam barış istedi. Rumyantsev muharebe sahasında doğrudan müzakerelere girdi ve sadrazamla şartlarda anlaştı. Küçük Kaynarca Antlaşması adı duyulmamış bir Bulgar köyünde 10 Temmuz 1774'te imzalandı. Rumyantsev oğlunu derhal St. Petersburg'a gönderdi ve 23 Temmuz'da Katerina bulunduğu konserden dışarı fırlayarak haberi öğrendi. Antlaşma Rusya'ya ümit etmeye bile çekindiği kazançlar getirdi. Katerina Tuna'da istila ettiği yerleri Karadeniz sahillerinde çok daha önemli kazançlarla değiş tokuş etti. Balkan eyaletleri Eflak ve Boğdan Türklere iade edildi. Bunun karşılığında Katerina Karadeniz'e engelsiz çıkış sağlayan Azak, Tagov, Taganrog ve Kerç'in Rusya'ya terkini temin etti. Daha batıda Dinyeper Nehri'nin güney deltasını ve bizzat nehrin ağzını elde edip Karadeniz'e bir başka hayati çıkış noktası kazandı. Nehrin geniş ağzının batı yakasında Türklerin muazzam Özi Kalesi hala yerini koruduğu halde, Rusların artık doğu yakasındaki Kılburun'da bir hisarları ve limanları vardı ve ağız Rus ticari seyrüseferine ve Rus gemilerinin engelsizce inşasına izin verecek kadar genişti. Barış şartları ayrıca Tatar hanlığının yüzyıllardır Türk himayesi altında yaşadığı Kırım üzerinde padişahın siyasi egemenliğine de son veriyordu. Kırım Tatarlarının artık Osmanlı'dan bağımsız olacakları ilan edildi. Kırım'ın bağımsızlığının fazla sürmeyeceğinin herkes farkındaydı; gerçekten de Katerina yarımadayı dokuz yıl sonra bir hamlede ilhak edecekti. Rusların kazançları sırf topraktan ibaret değildi. Antlaşma tam seyrüsefer serbestliğini güvenceye alarak Karadeniz'i Rus ticaretine açmakta, ayrıca Rus ticaret gemilerinin Boğaz ve Çanakkale' den sınırsız transit geçiş hakkını tanımaktaydı. Osmanlı dört buçuk milyon ruble* savaş tazminatı ödemek zorunda bırakıldı. Bağdan ve Eflak'ta Hıristiyanlara uygulanan baskılara son verilecek, İstanbul'daki Ortodokslar kendi kiliselerinde ibadet edebileceklerdi. Daha geniş bir açıdan, savaş bölgedeki güç dengesini Rusya lehine bozmuştu; Avrupa Karadeniz'de üstünlüğün artık Rusya'ya geçtiğinin farkına vardı. Katerina'nın anlayışına göre, elde ettiği başarılar, Rusya'ya ilk defa Baltıklardan dünyaya ulaşan bir yol açmış selefi Büyük Petro ile kıyaslanabilirdi. https://preview.redd.it/epkduscxksxc1.jpg?width=2000&format=pjpg&auto=webp&s=acf1f1fbc8d95b1c4616e372f5d3195d2152cc9b |
2024.04.30 19:53 MekhaDuk Deli Petro'nun prut seferi. Büyük petro kitabından
submitted by MekhaDuk to TarihiSeyler [link] [comments] Deli petro Petro'nun seferinin anahtarı iki Hıristiyan prensliği Eflak ve Boğdan'dı. Karpatlar'ın güneyinde ve Tuna'nın kuzeyinde bulunan bu bölgeler günümüzde Güneybatı Sovyetler Birliği'nin önemli bir kısmını ve bugünkü Romanya'nın geniş bir bölümünü oluşturmaktadır.• On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda güvenlik arayışıyla Babıali'nin süzerenliğini kabul etmiş, içişlerinde özerkliklerini korumuş, himayesi karşılığında padişaha yıllık haraç ödemeye razı olmuşlardı. Ancak aradan geçen zamanla Babıali yerli prensleri atama ve azletme yetkisini üstlenmeye başlamıştı. Makamlarını babadan oğula geçirme hevesindeki prensler de himaye için bakışlarını gizlice başka yerlere yöneltmeye başladılar. Çar Aleksey'in saltanatı zamanında Rusya'nın süzerenliğine dair Moskova'yla ön görüşmeler yapılmış ancak çar o sırada Lehistan'la uğraşmaktan bu meseleye ayıracak fazla zaman bulamamıştı. İki prensliğin daha güçlü ve zengini olan Eflak 1711'de Konstantin Brankovo adlı bir prens (yerel unvan hospodar'dı**) tarafından yönetilmekteydi. Kurnaz ve esnek tabiatlı Brankovo makamına selefini zehirleyerek gelmiş ve yeteneklerini sadece makamını yirmi yıl boyunca elinde tutmak değil, ayrıca güçlü bir ordu kurmak ve muazzam bir şahsi servet biriktirmek için de kullanmıştı. Padişahın bakış açısından Brankovo bağlı bir prens için aşırı derecede zengin ve güçlüydü ve değiştirilmesi için uygun bir fırsat aranıyordu. Brankovo ister istemez bu hissiyatı sezdi ve Poltava'dan sonra Petro'nun yıldızının yükseldiğine kanaat getirip çarla gizli bir antlaşma akdetti. Rusya'nın Osmanlı'yla savaşa girmesi halinde Eflak çarın yanında yer alacak, 30.000 askerini savaşa sürecek ve Eflak'a giden Rus askerlerine, parası Petro tarafından ödenmek şartıyla erzak sağlayacaktı. Bunun karşılığında Petro Eflak'ın bağımsızlığını ve Brankovo'nun hanedan haklarını garanti etti ve Brankovo'yu Aziz Andreas Nişanı şövalyeliğiyle taltif etti. Eflak'tan daha zayıf ve fakir Boğdan'ın hükümdarları daha sık değişmişti. Sonuncu hükümdar, Dimitri Kantemir 1711 'de makamında bir yıldan az bir süreyle vazife yapmıştı. Padişah tarafından atanmasını komşusu Brankovo'nun ele geçirilmesi ve yerinden alınmasında Babıali'ye yardım etmesi konusundaki anlaşmasına borçluydu. Bu hizmetinin karşılığında da Eflak ve Bağdan voyvodalığına atanacaktı. Ancak yeni başkenti Yaş'a geldiğinde Kantemir de havadaki değişikliğin kokusunu aldı ve Petro'yla çok gizli müzakerelere girdi. Çarla Nisan 1711'de bir antlaşma imzalayarak Rus işgaline yardım etmeyi ve 10.000 asker sağlamayı kabul etti. Bunun karşılığında Bağdan Rus himayesi altında bağımsızlığını elde edecekti. Haraç ödenmeyecek ve Kantemir hanesi ırsi olarak hüküm sürecekti. Petro bu birbirlerinden nefret eden hırslı prenslerin yardım vaatleriyle Türklere karşı seferine başladı. https://preview.redd.it/gwupo6u9mnxc1.png?width=4961&format=png&auto=webp&s=b98ff97e9d743f36acf0d83aa6de84e226205d21 Kantemir'in kararı Boğdan'da destek gördü. Asilleri, "Türk boyunduruğundan bizi kurtarmaları için Rusları davet etmekle iyi yaptınız" dediler. "Türkleri karşılamak için gitme niyetinde olduğunuzu anlasaydık, sizden elimizi çekmeye ve çara teslim etmeye kararlıydık." Fakat Kantemir Osmanlı ordusunun yürüyüşe geçtiğini ve sadrazam yaklaştığında kendisi ve eyaletinin çarın yanına geçtiğinin aşikar hale geleceğini de biliyordu. Dolayısıyla ana Rus ordusuna komuta eden Şeremetev'e mesajlar gönderip acele etmesini istedi. Ana ordu daha hızlı hareket edemediği takdirde, Kantemir en azından halkını Osmanlı'nın intikamından koruyacak 4.000 kişilik bir öncü kuvvetin gönderilmesini rica etti. Petro da Şeremetev'e emirler göndermekte, elini çabuk tutmasını, prensliklerin korunması ve Sırplarla Bulgarların isyana teşvik edilmesi için Dinyester'e [Osmanlı tarihinde Turla-e.] 15 Mayıs'ta ulaşmasını ve nehri hemen geçmesini istemekteydi. Boğdanlıların bu yabancı birliklere Tanrı'nın bir inayeti gibi bakmalarını sağlamak için Şeremetev'e çarın tüm Balkan Hıristiyanlarına seslenen matbu mesajları temin edilmişti: Türklerin inancımızı nasıl ezip geçtiklerini, hainlikle tüm Kutsal Mekanları ele geçirdiklerini, birçok kilise ve manastırı yağmaladıklarını ve tahrip ettiklerini, ne hileler yaptıklarını, ne felaketlere yol açtıklarını, kaç dul ve yetimi yakalayıp kurtların kuzulara yaptığı gibi dağıttıklarını biliyorsunuz. İşte ben şimdi yardımınıza geliyorum. Gönlünüz isterse, benim azametli devletimden kaçmayınız çünkü o adildir. Türklerin sizi kandırmasına izin vermeyin ve benim sözümden ayrılmayınız. Korkuyu silkip atınız ve kanımızı son damlasına kadar akıtacağımız iman için, kilise için savaşınız. Petro ayrıca Boğdan'da yürüyüş sırasında Rus askerlerinin davranışlarına ilişkin kesin emirler verdi: Edeplerini koruyacaklar ve Hıristiyanlardan aldıkları her şeyin parasını ödeyeceklerdi; her tür yağmalama ölümle cezalandırılacaktı. Kantemir Rusların tarafına geçtiğini ilan edip ilk Rus askerleri görünmeye başladığında Boğdanlılar önce Yaş'ta sonra da prenslik çapında, aralarında bulunan Türklerin üstüne çöktü. Birçokları öldürüldü; diğerleri büyükbaş hayvanlarını, koyunlarını, atlarını, giyeceklerini ve mücevherlerini kaybetti. İlk halinde Petro'nun planı Şeremetev'in Prut Nehri'nin doğu yakasında Tuna'yla birleşme noktasına kadar yürümesi ve buradan Türklerin geçmesini engellemesiydi. Ancak 30 Mayıs'ta Şeremetev Soroka yakınlarında Dinyester'e vardığında (Petro'nun takviminin iki hafta gerisindeydi) Kantemir ona doğrudan Boğdan'ın başkenti Yaş'a yürümesini rica etti. Şeremetev direnmedi ve ordusu 5 Haziran'da Yaş yakınlarında Prut'un batı yakasında kamp kurdu. Şeremetev'in Petro'nun emrine uymamasının özrü ordunun sıcak güneş altında bozkırlardan geçerken büyük eziyet çekmesi ve kendine gelmesi ihtiyacıydı. Yan cenahlarından ayrılmayan Tatar atlıları çayırları yaktığı için hayvanların karınlarına çok az şey girebilmişti. Dahası Şeremetev Türklerin Tuna'yı geçmesini engellemek için muhtemelen geç kaldığını anlamış ve Prut'u geçerek Boğdan'ı sadrazamdan korumak için daha iyi bir konuma ulaşacağını değerlendirmişti. Soroka'ya Şeremetev'in ardından ulaşan Petro, mareşaline sinirlendi ve Türklerin kendisinden daha hızlı yürümesine izin verdiğini bu yaşlı generale yazdı. Bununla beraber, Şeremetev bir defa asıl planı değiştirince, ardından gelen çarın yeni güzergahı kabul etmekten başka seçeneği yoktu; farklı herhangi bir şey orduyu bölerdi. Petro'nun kendi kuvveti de yürüyüşte büyük sıkıntı çekmiş ve askerler 23 Haziran' da Prut'a vardıklarında yorgun düşmüşlerdi. Onları orada bırakan çar önden atla gitti, nehri geçti ve Kantemir'le görüşmek için Yaş'a girdi. Krallara yaraşır şekilde karşılandı ve şerefine büyük bir ziyafet verildi. Voyvodanın bıraktığı ilk izlenim olumluydu: Çarın değerlendirmesi "çok makul ve görüşleri faydalı bir insan" şeklindeydi. Petro Yaş'tayken sadrazamdan barış önerisi getiren iki temsilciyi kabul etti. Teklif dolaylıydı ancak sadrazamın -ve onun arkasında da- padişahın savaşmaktaki ve Rusları Karadeniz'e bir deniz kuvveti göndermeye tahrik etmekteki isteksizliğini yansıtıyordu. Petro teklifi reddetti. Ordusuyla çevrilmiş, Eflak ve Boğdan'ın destek garantilerini yanına almışken ve sadrazamın savaşa girmeye tereddüt ettiğini işitmişken, zafer kazanacağına güven duyuyordu. https://preview.redd.it/yx7t5smjlnxc1.png?width=700&format=png&auto=webp&s=a5e567d035cc396e673cb834d9d243d1355c3e9e Bu mutlu ruh haliyle Petro, Prut kenarında kamp kurmuş Rus ordusunu ziyaret için Kantemir'i yanına aldı. Kampta, Katerina ve yanında konuklarıyla tüm bunları mümkün kılmış büyük Poltava zaferinin ikinci yıldönümünü kutladı. Ancak çarın şenliği devam ederken bile askeri durum bozulmaktaydı. Sadrazam İshakça'dan Tuna'yı geçişini tamamlamış ve Petro'nun barışı reddettiğini duyarak 200.000 kişilik ordusuyla kuzeye yürüyüşe geçmişti. Dahası, uzun vadede Petro'nun seferi için Boğdan'dan daha önemli olan Eflak'tan haberlerin yokluğu da çok netameliydi. Eflak'taki her şey Voyvoda Brankovo'ya bağlıydı. Halkının karşısında prenslik sancağını çar için kaldırmadığı takdirde, asiller ve sıradan halkın Türklere karşı ayaklanmaları için Petro'nun çağrısına uymaları beklenemezdi. Fakat Brankovo korku içindeydi ve bu sebeple ihtiyatla hareket etmekteydi. Büyük bir Türk ordusunun arazide olduğunu bildiğinden ve ayrıca Türkler kazandığı ve kendisinin kaybeden tarafta kaldığı takdirde başına neler geleceğinin farkında olduğundan Ruslara aleni destekten imtina etmekteydi. Boyadan da kendisiyle mutabıktı. "Çarın orduları Tuna'yı geçene kadar Rusya'ya desteğimizi açıklamak tehlikelidir" tavsiyesinde bulunuyorlardı. Tuna'yı ilk önce Türk ordusu geçtiğinde Brankovo da tercihini yaptı. Hospodarın ihanetini öğrenen sadrazamın tam tutuklanmasını emrettiği sırada Brankovo aniden taraf değiştirdi. Petro'nun tarzını tahkir edici bulduğunu söylediği bir mektubunu bahane ederek kendisini çarla gizli antlaşmasına bağlı görmediğini duyurdu ve Petro'nun parasıyla Rus ordusu için yığdığı ikmal maddelerini Türklere teslim etti. Bu ihanet Rus seferi üzerinde derhal ve yıkıcı bir etki gösterdi. Erzaklar kaybolup gitmişti ve Boğdanlılar açığı kapatmaktan acizdi. Petro yine de seferden vazgeçmedi. Türkler ıçın toplanan büyük miktardaki ikmal maddesinin, Tuna'yla birleşme noktasının yakınında, Aşağı Prut tarafında korunmasız olarak yattığı kendisine söylenmişti. Ana Türk ordusu Tuna'yı geçtiğinden ve karşısına çıkmak için Prut'un doğu yakasından kuzeye yürüdüğünden çar batı yakasına geçmeye ve güneye yürümeye karar verdi. Başardığı takdirde, sadrazamı çevirecek, Türk ikmal maddelerini ele geçirecek ve Osmanlı ordusunu üssünden koparacaktı. Başarı şansını artırmak için Rus süvarisinin toplam gücü olan 12.000 kişiyle beraber Ronne'u ayırdı, Prut'un batı yakasını takiple önden hızla Osmanlı arka cenahına dalmalarını, Tuna üstündeki Braila'da [Osmanlı tarihinde İbrail-e.] bulunan barut ve malzeme depolarını ele geçirmelerini ve yakmalarını istedi. Süvari 27 Haziran'da hareket etti ve üç gün sonra da piyade Prut'u geçip batı yakasında üç tümenle güneye harekete geçti. Birinci tümene General Janus, ikincisine çar ve üçüncüsüne de Repnin komuta ediyordu. Türklerle ilk teması Janus sağladı. Ruslar Prut'un sağ yakasından güneye yürürken ve Türkler de karşı yakadan kuzeye çıkarken, iki ordunun öncü kuvvetleri 8 Temmuz'da nehrin iki yanından birbirlerini fark ettiler. Her iki taraf da ne kadar yaklaştıklarını görerek şaşırmışlardı. Sadrazama durum söylendiğinde, korku içine düştü; ilk düşüncesi geri çekilmekti. Osmanlı ordusuyla seyahat eden Poniatowski'nin yazdığına göre, "Zira daha önce hiç düşman askeri görmemişti ve tabiatı icabı büyük bir ödlek olduğundan, derhal her şeyi yitirdiğini tasavvur etti." Tatar Hanı Devlet Giray, Poniatowski ve yeniçeri ağası beraberce cesaretini toplamasını sağladılar ve ertesi gün Türk ordusu kuzeye yürüyüşüne devam etti. Türk istihkamcıları ordunun tekrar batı yakasına geçebilmesi ve düşmanın karşısına çıkabilmesi için köprüler kurdu. Türklerin nehrin kendisinin bulunduğu tarafına geçtiğini öğrenen Petro, Janus'tan derhal geri dönmesini ve ana orduya katılmasını istedi. Petro, Stanilesti'nin güneyindeki bir bataklığın arkasında mevzilendi ve Janus'un yorgun askerleri bu tahkimatlara girdiler. Ertesi gün, yani pazar günü, süratle arkalarından yetişen Türkler aralıksız saldırılara geçtiler. Kantemir'in Boğdanlıları tecrübesizliklerine rağmen iyi dayandılar ve Ruslar bütün halinde yerlerini korudular. Ancak çarın Repnin'e gönderdiği üçüncü tümeni ileri sürerek diğer iki tümeni rahatlatması yolundaki acil mesajlar sonuç vermedi. Repnin'in askerleri Tatar süvarisi tarafından Stanilesti'de hareketsizleşirilmişti ve daha ileri gidememekteydi. O akşam, gün boyu gücünü giderek artıran Türk saldırılarından sonra çar, Repnin'in askerlerinin gelmemesi ve erzak eksikliğinden endişeye düştüğünde bir Rus savaş konseyi toplantısı düzenlendi. Karşılarında başka bir seçenek yoktu: Ricat zorunluydu. Geri çekilme gece vakti başladı ve ertesi sabah süresince Repnin'in Stanilesti'deki tümeninin yönünde devam etti. Harekat bir kabus gibiydi. Türkler arkadan yakın baskıyı sürdürdü, Rus artçılarına aralıksız saldırılar düzenledi. Tatar müfrezeleri de Rus yük arabalarının arasından dörtnala girip çıktı ve Rus ağırlık katarı geri kalan ikmal malzemeleriyle birlikte yitirildi. Rus piyadesi tükenmişti ve susuzlukla mücadele ediyordu. Bölükler ve taburlar kare düzenine geçti ve nehir kenarına bu şekilde yürüyüp bir kısmı Tatar atlılarını savuştururken kalan kısmı su içti. Rus piyadesi ancak 9 Temmuz Pazartesi günü öğleden sonra Stanilesti'de bir araya gelebildi. Buradaki bir burun üzerinde etraflarını saran atlılara karşı direnebilmek için diz siperleri kazmaya başladılar. Akşam olmadan yeniçeriler dahil uzun Türk piyade hatları ulaşmaya başladı ve sadrazamın mevcudiyetiyle Osmanlı elit muhafızları kabataslak inşa edilmiş Rus kampına büyük bir saldırıya geçtiler. Petro'nun askerleri ilerleyen yeniçeri saflarına yoğun ateş açarken Rus ordusu disiplinini koruyabildi. İlk saldırı bozuldu, Türk piyadesi geri çekildi ve bu defa kendileri Rus kampını tamamen çeviren bir siper hattı kurmaya başladı. Türk topçusu da ulaştı ve geniş bir hilal şeklinde toplar yerlerine yerleştirildi; gece çöktüğünde 300 top ağızlarını Rus kampına çevirmişti. Binlerce Tatar atlısı, Karl'ın sağladığı Leh ve Kazaklarla beraber nehrin karşı yakasında devriye geziyordu. Kaçış yolu yoktu: Çar ve ordusu kuşatılmıştı. Türklerin gücü eziciydi: 120.000 piyade ve 80.000 süvari. Petro'nun gücü ise sadece 38.000 piyadeydi. Süvari kuvvetleri hayli güneyde, Ronne'la birlikteydi. Nehire karşı saplanıp kalmış ve kampını gülle ve mermilerle silip süpürecek 300 topla çevrelenmişti. Daha da önemlisi askerleri açlık ve sıcaktan öyle tükenmişti ki bazıları savaşacak halde bile değildi. Nehirden su çekmek de zordu; bu maksatla gönderilen adamlar karşı kıyıya yığılmış Tatar atlılarının yoğun ateşi karşısında geri dönüyorlardı. Toprak istihkamları zayıftı ve kısımlardan biri sadece yük arabası atlarının leşleri ve derme çatma kazıklarla kapatılmıştı. Kampın ortasında Katerina ve kadınları korumak için alçak bir çukur kazılmıştı. Arabalarla çevrilmiş ve güneşten bir tenteyle korunan bu yer Türk güllelerine karşı güçsüz bir maniaydı. İçeride Katerina sükunetle bekliyor, etrafındaki diğer kadınlar gözyaşı döküyordu. Petro'nun durumu çözümsüzdü. O gece nehrin her iki yanındaki alçak tepelerde göz alabildiğine pırıldayan binlerce kamp ateşiyle, her yanı sarmış muazzam Osmanlı ordusuna baktı. Sabah geldiğinde Türkler kuşkusuz saldıracak ve sonu gelecekti. Rus çarı, Poltava fatihi yakalanacak ve belki de İstanbul sokaklarında bir kafesin içinde yürütülerek herkese gösterilecekti. https://preview.redd.it/y5k8isycmnxc1.jpg?width=500&format=pjpg&auto=webp&s=9289b231ef78b21b4a4873065c74ba9e61053312 Yirmi yıldır zahmet ve eziyetlerle meydana getirilen eseri bir gecede buhar olup gidecekti. Gerçekten de her şey böyle sona erebilir miydi? Elbette, bir bakımdan bu kolaylıkla mümkündü. Aynı şey düşmanı Karl'ın başına gelmemiş miydi? Sebep de tamamen aynı şeydi: Aşırı kibirli haliyle ve kaderinden çok fazla emin olarak o da düşmanın arazisine çok derin girmiş, macera aramıştı. Aslına bakılırsa, durum Karl'ın Perevoluçna'daki vaziyetinden çok daha kötüydü. İsveç ordusu orada daha üstün kuvvetlerle çevrilmemiş ve kral da kaçmanın yolunu bulmuştu. Fakat burada bütün kartlar Türklerin elindeydi: Rus ordusunu, yeni çariçeyi ve en önemlisi de her şeyin bağlı olduğu kişi olan çarı teslim alabilirlerdi. Nelerden vazgeçmek, toprak veya hazine bakımından Rusya özgürlüğünü kazanmak için ne bedeller ödemek zorunda kalacaktı? Bir hikayeye göre, o esnada çar, Boğdan birliklerinin komutanı Necule'ye Katerina ve kendisini Macar sınırına götürüp götüremeyeceğini sormuştur. Kuşatma hatlarını bir şekilde geçebilse bile, tüm Moldava'nın Tatar atlılarıyla dolu olduğunu bilen Necule bunu reddetmiştir. Bazıları da bu ricanın Petro'nun korkaklığını gösterdiğini söylemiştir. Bununla beraber, muharebe kaybedilmiş ve ordusu teslimin eşiğine gelmişse, devletin başı milletini kurtarmayı düşünmeliydi. Petro o esnada kendisinin Rusya olduğunu bilmekteydi. O kadar dikkatle kurduğu ordunun yanı sıra kendisinin de esir alınması halinde Rusya'nın nasıl bir darbe alacağını bilmekteydi. Zaman içinde -özgürlüğünü koruduğu takdirde- yitirilen bir ordunun yerine yenisi konulabilirdi. Ancak kendisinin kaybedilmesi onulmaz bir zarar verebilirdi. Ertesi sabah, salı günü, her şey sona erebilirdi. Türk topçusu ateş açtı ve Ruslar son direniş için hazırlandılar - ancak yeniçeriler taarruza geçmedi. https://preview.redd.it/23j5jiqvlnxc1.jpg?width=1400&format=pjpg&auto=webp&s=d9d5a062552dd7b4913409aeb5f5535fd142f195 Ümitsizlik içinde Petro bir huruç emretti ve binlerce bezgin asker siperlerinden kalkıp kendilerini Osmanlıların ön saflarına attılar ve geri çekilmeye mecbur kalmadan önce ağır kayıplar verdirdiler. Huruç sırasında alınan esirlerin birinden Petro yeniçerilerin de bir önceki günün çarpışmalarında ağır kayıplara maruz kaldığını ve Rus hatlarına bir başka geniş çaplı saldırıya geçmekten geri durduklarını öğrendi. En azından bu çara teslim şartlarını müzakere ederken bir manevra alanı tanıyabilirdi. Fasıla sırasında Petro Türklerin ne şartlar önerebileceklerini öğrenmek maksadıyla sadrazama bir temsilci göndermeyi Şeremetev ve şansölye yardımcısı Şafirov'a önerdi. Askeri durumu gayet berrak değerlendirebilen Şeremetev efendisine önerinin saçma olduğunu sözünü sakınmadan söyledi. Türkler teslimden başka bir şeyi neden dikkate almalıydı? Kedi, fareyle müzakere etmezdi. Fakat Katerina da toplantıdaydı ve kocasını dediğini yapması için cesaretlendirdi. Şeremetev'e Rus ordusunun komutanı sıfatıyla kendi adına bir öneri kaleme alması emredildi. Teklifi hazırlarken Petro beklentilerini karanlık bir gerçekçilikle gözlemledi. Karl'ın padişahın misafiri ve artık müttefiki de olduğunu bilerek bir barış anlaşmasının Türkiye ile olduğu kadar İsveç'le de ihtilaflarını çözümlemesini içermesi gerekeceğini farz etmekteydi. Vereceği tavizlerin sarsıcı olacağını tahmin etmekteydi. İlk önerisine dahil edilmese de eninde sonunda Azak'ı teslim etmeye, Tagonrog'u yıkmaya ve yirmi yıldan beri Türklerden kazandığı her şeyden vazgeçmeye hazırdı. İsveçlilere Livonya, Estonya, Karelya'yı, yani "sevgili cenneti" St. Petersburg dışında savaşta aldığı her şeyi iade edecekti. Bu yetmezmiş gibi, kadim Rus şehri Pskov ve diğer toprakları da pazarlığa koyacaktı. İlaveten Karl'ın İsveç'e dönmesine izin vermeye, Stanislaus'u Lehistan kralı olarak tanımaya ve Lehistan'ın içişlerine müdahaleden geri durmayı vaat etmeye de hazırdı. Sadrazam ve diğer Türk görevlilerini teşvik için büyük rüşvetler teklif edebilirdi: Sadrazam için önerilen hediye miktarı 150.000 rubleydi. Öğleden sonra öneriler kaleme alındı ve Şafirov borular çalınarak beyaz bayrak altında sadrazama takdim için gönderildi. Rusların bilmediği şey, Şafirov'un sadrazamın kampına gelişinin bu mütereddit savaşçıda derin bir rahatlama yaratmış olmasıydı. Yaşlı Baltacı çok odalı ipek çadırında şaşkın ve huzursuzdu. En iyi birlikleri yeniçeriler taarruzun yenilenmesi konusunda homurdanıyorlardı. Zayıflamış bile olsa Rus kampına karşı bir başka saldırı Habsburg Avusturya'sının bir başka savaş için seferberliğe geçtiğinin söylendiği bir sırada asker saflarını ciddi şekilde seyreltebilirdi. Dahası sadrazamın elinde Petro'nun henüz öğrenmediği bir haber de vardı: Ronne'un Rus süvarisi Braila'yı zapt etmiş, Türk ordusunun ikmal malzemelerinden birçoğunu ele geçirmiş ve barut depolarının bir kısmını yakmıştı. Yanı başındaki Poniatowski ve Tatar hanı nihai taarruza geçilmesini, bir hamlede muharebenin ve çarın bitirilmesini ısrarla istiyorlardı. Şafirov çadırına getirildiğinde Baltacı bu talebi gönülsüzce kabul etmek ve büyük taarruz için emri vermek üzereydi. Rus şansölye yardımcısı savaşın hiçbirinin gerçek çıkarlarına hizmet etmediğini ve başkalarının entrikaları sonucu meydana geldiğini öne süren Şeremetev'in mektubunu teslim etti. Dolayısıyla iki general kan akıtılmasına son vermeli ve barış şartlarını araştırmalıydı. Sadrazam bu işte Allah'ın elini gördü. Daha fazla savaş riskine girmeden zafer kazanabilir ve kahraman olabilirdi. Poniatowski ile hanın kederli ricalarına kulak asmayan Baltacı bombardımanın durdurulmasını emretti ve mutluluk içinde Rus temsilciyle masaya oturdu. Müzakereler gece boyunca devam etti. Ertesi sabah Şafirov sadrazamın barışa heves gösterdiği halde görüşmelerin uzadığı haberini gönderdi. Sabırsızlık içindeki Petro "kölelik dışında" önerilen her şartı kabul etmesi, ancak derhal anlaşmaya varması talimatını temsilcisine verdi. Rus askerleri açlık çekiyordu ve barış sağlanamazsa, Petro Türk siperlerine ümitsiz bir yarma saldırısı için son gücünü kullanmak istemekteydi. Savaşın bu yeniden başlatılması tehdidiyle harekete geçen Baltacı şartlarını sıraladı. Türkler bakımından Petro bildirilen şartları beklemişti: Çar 1696 seferinin ve 1700 antlaşmasının bütün kazançlarından vazgeçecekti. Azak ve Tagonrog iade edilecek, Karadeniz filosu ilga edilecek, Aşağı Dinyeper kaleleri yıkılacaktı. İlaveten Rus birlikleri Lehistan'ı boşaltacak ve çarın İstanbul' da daimi elçi bulundurma hakkı iptal edilecekti. İsveç bakımından ise, Kral XII. Karl'a ülkesine serbest geçiş hakkı tanınacak ve çar onunla "anlaşmaya ulaşılabilirse, barış akdedecek"ti. Bu yükümlülüklerin karşılığında Osmanlı ordusu kenara çekilecek ve kuşatılan Rus ordusu barış içinde ülkesine dönebilecekti. demirbaş şarl ve osmanlı elçisi Petro bu şartları duyduğunda hayret etti. Hafif olmamakla birlikte -güneyde her şeyi kaybetmekteydi- beklediğinden çok daha yumuşaktı. Karl'ın ülkesine dönmesi ve Petro'nun barış akdetmeye çalışması dışında İsveç hakkında hiçbir şey söylenmemekteydi. Mevcut şartlar altında kurtuluşa erdikleri söylenebilirdi. Türkler bir şart daha eklediler: Şafirov ile mareşalin oğlu Albay Mihail Şeremetev Ruslar Azak ile diğer toprakların iadesi vaadi yerine getirilene kadar rehin olarak Osmanlı'da kalacaklardı. Petro sadrazam fikrini değiştirmeden önce anlaşmanın imzalanması için telaş gösterdi. Şafirov genç Şeremetev'i aldı ve derhal Türk kampına dönerek 12 Temmuz'da antlaşmayı imzaladı. Silahlarını bırakmayan Rus ordusu ayın 13'ünde kollar tertip ederek belalı Prut kampından yürüyerek çıktı. Ancak Petro ve ordu ayrılmadan önce bilmeden nihai ve potansiyel olarak feci sonuçlara yol açabilecek bir bunalımdan daha geçtiler. Baltacı'nın Şafirov'la görüştüğü sırada Poniatowski müzakereleri geciktirmek için elinden geleni yapmıştı. XII. Karl'ın temsilcisi, Petro'nun kıstırıldığını ve sadrazam tarafından dikte edilen her şartı kabul etmek zorunda kalacağını görmüştü. Efendisinin ihtiyaçları göz ardı edilmediği takdirde, İsveç kaybettiği her şeyi, belki de daha fazlasını geri alabilirdi. Bu sebeple Şafirov sadrazamın çadırına gelir gelmez, Poniatowski hemen dışarı çıktı, Karl'a aceleyle bir mektup yazdı, bir ulağa vererek dörtnala Bender' e götürmesini istedi. Poniatowski notunu 11 Temmuz öğlen vakti yazdı. Atlı Bender'e ayın 12'si akşamı ulaştı. Kari derhal harekete geçti. Atını eyerletti. Akşam saat onda 80 kilometre uzaklıktaki Prut'a doğru karanlıklar içinde dörtnala gidiyordu. On yedi saat hiç durmadan at sürdükten sonra ayın 13'ünde öğleden sonra saat üçte aniden sadrazamın kampının dışında belirdi. Hatlardan geçtiğinde derme çatma Rus tahkimatına bakma fırsatı buldu. Rus kollarının sonuncusu hiçbir engelle karşılaşmadan Tatar atlı müfrezelerinin eşliğinde önünden geçip gitmekteydi. Kral her şeyi anladı: Türk toplarının hakim konumuyla, taarruza bile geçmeden birkaç günlük beklemeyle aç Ruslar kolaylıkla esir alınabilirdi. Karşısındaki manzarayı inceleyen Karl'ın Türk ordusuna eşlik etmeme kararından ötürü duymuş olabileceği pişmanlığı kimse bilemez. Orada olup Tatar hanına görüşleriyle güç katmış olsaydı (sadrazam antlaşmayı imzaladığında hanın öfkeden ağladığı söylenir) her şey farklı bir neticeye https://preview.redd.it/6kt0bijlmnxc1.jpg?width=408&format=pjpg&auto=webp&s=d97fd0d47bba11906c49f9a97975b32c210ca868 varabilirdi. Seyreden Türk askerlerinin arasından sessizce sadrazamın çadırına gitti. Yanında Poniatowski ve bir tercümanla birlikte hala mahmuzları ve kirli çizmeleriyle kabaca içeri girdi ve İslam'ın kutsal yeşil sancağının yanındaki bir divana kendisini yorgunluk içinde attı. Sadrazam beraberinde han ve kalabalık bir grup subayla içeri girdiğinde Kari çekilmelerini, Baltacı'yla özel konuşmak istediğini söyledi. İki adam sessizlik içinde kahve içtiler ve ardından Kari duygularını gizlemek için olağanüstü bir gayret göstererek, sadrazama neden Rus ordusunu bıraktığını sordu. Baltacı sakince, "Devleti Ali için yeterli kazanç elde ettim. Barış isteyen düşmana merhamet göstermemek İslam'a aykırıdır" dedi. Kari, padişahın bu kadar sınırlı bir zaferden memnun kalıp kalmayacağını sordu. Baltacı "Ordunun kumandası bendedir, istediğim zaman barış yaparım" cevabını verdi. Bu noktada, hüsranını daha fazla saklayamayan Kari yerinden kalktı ve son bir ricada bulundu. Kendisi antlaşmanın tarafı olmadığına göre, sadrazam ona Türk ordusunun küçük bir kısmını ve birkaç top verebilir miydi? Bunlarla Rusları takip edip çok daha fazlasını elde edebilirdi. Baltacı, müminlerin bir Hıristiyan tarafından yönetilemiyeceğini beyan ederek teklifi reddetti. Oyun bitmiş ve Kari yenilmişti. O andan itibaren o ve Baltacı can düşmanı oldular ve ellerinden gelen her şeyle birbirlerinden kurtulmaya çalıştılar. Sadrazam İsveçlilere günlük tahsisatı durdurdu, tüccarlara erzak satmalarını yasakladı ve Karl'ın postasına müdahale etti. Kari da padişaha Baltacı'nın davranışları hakkında acı şikayetlerde bulunarak karşılık verdi. Özellikle İstanbul'daki temsilcileri vasıtasıyla sadrazamın çarı ve ordusunu bırakmasının gerçek sebebinin aldığı büyük rüşvet olduğu söylentisini yaydı. Bu hikaye Rusya' da da yer etti. Bir versiyona göre, Katerina -bazıları kocasının bilgisi olmadan, diğerleri Petro'nun gizli rızasıyla olduğunu söyler-çarın özgürlüğü karşılığında büyük bir miktar parayı ve mücevherlerini sadrazama teklif etmesini Şafirov'a emretmiştir. Geriye bakıldığında, bu hikaye abartılı görünmektedir. Baltacı'ya önemli bir miktar olan 150.000 ruble vaat edilmişti ... Bununla beraber kıyasen hafif şartlar içeren bir antlaşma yapmasının sebebi muhtemelen bu değildi. Başka sebepleri vardı: Öncelikle o bir savaşçı değildi; askerleri savaşmaya gönülsüzdü ve Avusturya'yla yeni bir savaştan çekiniyordu. Rusya'yla savaşı sona erdirmekten memnundu; Devlet Giray Han'ın fanatik Rus düşmanlığından hoşlanmıyor ve dizginini çekmek istiyordu. Dahası, kuşkusuz XII. Karl'a mesaj gönderildiğini öğrenmiş, her an kampa gelmesini ve bir imha savaşı talep etmesini bekliyordu. Gerçekten de Kari gelse ve Petro ele geçirilseydi, Avrupa'nın en büyük hükümdarlarından ikisini, her ikisi de ordusuz ve iktidarsız, "misafir" olarak elinde bulundurmak gibi karmaşık bir konuma girecekti. Bunun diplomatik yankılarını düşünemiyordu. https://preview.redd.it/3ipp8zjannxc1.jpg?width=750&format=pjpg&auto=webp&s=354384914cbc21489fc0c92abee96cf063e04259 Öte yandan Osmanlı bakış açısından tüm hedeflerini başarmıştı. Rusya'nın padişahtan aldığı topraklar tamamen iade edilmişti. Bir barış antlaşmasından başka ne beklenebilirdi? Kari için bu düşüncelerden teselli bulmak mümkün değildi. Benzersiz bir fırsat, neredeyse çaresiz kalmış düşmanın ezici bir güçle üzerine gidilmesi anı, sadece kaçırılmamış, bilinçli şekilde boşa harcanmıştı. O andan sonra Kari yoğun çaba ve yardımlarla çar ile Osmanlı arasında üç kısa savaş çıkarttığı halde böyle bir fırsat bir daha asla yakalanamadı. Poltava, Petro'nun Karl'a karşı savaşındaki belirleyici konumunu sürdürdü; Prut bu konumu sarsamadı. Kari kadar Petro da bunun farkındaydı. "Orada kuş ellerindeydi" demiştir, "fakat bu bir daha olmayacak." Sadrazam Prut Muharebesi'ni kazanmış, bununla beraber hiç kimse özellikle de padişah müteşekkir kalmamıştı. Hem Petro hem Kari kayba uğramıştı. Aralarındaki fark, birincisinin olabileceğinden daha az kaybetmesi, ikincisinin ise her şeyi kazanabilecek durumdayken hiçbir şey elde edememesiydi. Petro'nun müttefiklerinden Eflak ve Boğdan voyvodaları da oyunu kaybetmiş, birincisi kellesini, ikincisi ülkesini yitirmişti. Boğdan Prensi Kantemir'in teslim edilmesi sadrazamın esas şartlarından biriydi. Voyvoda yük arabalarının birinde Çariçe Katerina'nın eşyalarının altına saklanmıştı ve nerede olduğunu adamlarından üçü bilmekteydi. Şafirov bu sebeple Kantemir'in teslim edilmesinin mümkün olmadığını, muharebenin ilk gününden beri kimsenin kendisini görmediğini doğrulukla sadrazama söyleyebildi. Sadrazam aşağı gören bir tavırla meseleyi bir tarafa bıraktı: "Pekala, bundan artık bahsetmeyelim. İki büyük devlet bir korkak yüzünden savaşı uzatamaz. Yakında zaten o da hak ettiğine kavuşur." Kantemir karısı ve çocuklarını Yaş'tan alarak yirmi dört önde gelen boyada birlikte Rusların yanında kaçtı ve çarın ordusuyla Rusya'ya döndü. Petro orada kendisine lütuflarda bulundu, Rusya Prensi unvanını verdi ve Harkov yakınlarında geniş mülkler bağışladı. Oğlu hariciye hizmetine girdi ve Rusya'nın İngiltere ve Fransa büyükelçiliğini yaptı. Kantemir'in prensliği Bağdan ise o kadar şanslı değildi. Baltacı Tatarlara şehirleri ve köyleri ateş ve kılıçla yakıp yıkma iznini verdi. Önce padişaha, sonra da çara ihanet eden Eflak Voyvodası Brankovo'nun kaderi buna uygun bir çizgide ilerledi: Türkler ona bir daha hiç güvenmedi. İstanbul'da suların aleyhine döndüğüne dair uyarılmasına ve rahat bir sürgün hayatı için Batı Avrupa'ya para göndermeye başlamasına rağmen Brankovo ayrılışını geciktirdi. 1714 ilkbaharında tutuklandı ve İstanbul'a gönderildi. Burada altmışıncı doğum gününde iki oğluyla birlikte boynu vuruldu. Prut'ta imzalanan antlaşma savaşı sona erdirdi ancak barışı getirmedi. Azak ve Tagonrog'u teslim etmekten keder duyan Petro, XII. Karl Osmanlı'dan çıkarılana kadar ayak sürüdü. İstanbul'da kıdemli Rus diplomatı olarak Tolstoy'un yerini alan Şafirov İsveç kralını derhal sınır dışı etmesi için sadrazama baskıda bulundu. Baltacı bu yönde gayret gösterdi. Sadrazam, Şafirov'a "Dilerim şeytan götürsün onu çünkü görüyorum ki krallığı sadece isimden ibarettir. İçinde bir hissiyat kalmamış, hayvan gibi olmuştur. Şu veya bu şekilde ondan kurtulmaya çalışacağım" dedi. Karl ayrılmayı düpedüz reddettiğinden Baltacı başarı elde edemedi. Bu esnada kralın ajanları İstanbul'da faal şekilde Baltacı'yı düşürmeye çalışıyordu. Petro ayak diremeyi sürdürdü, Apraksin'e gönderdiği emirlerle Azak tahkimatlarını henüz yıkmamasını, ilave talimatları beklemesini istedi. Baskı altındaki Şafirov Azak'ın iki ay içinde teslim edileceğini Türklere vaat ettiğinde Petro tekrar Apraksin'e yazıp kalenin duvarlarını yere indirmesini, ancak temellere zarar vermemesini ve eksiksiz planlarının saklanması, böylece yeni bir değişiklik meydana geldiği takdirde, kalenin tekrar kolaylıkla inşa edilebileceğini bildirdi. Prut'ta atılan imzadan beş ay sonra Azak ve Tangorog hala bırakılmamıştı. Karl'ın ajanları bu durumu kullanıp, sadrazamın çarın kaçmasına izin verdiğini çünkü araba dolusu Rus altınının Prut'ta çadırına getirildiğini iddia eden söylentileri maharetle yaydılar ve azlini sağladılar. Yerine getirilen yeniçeri ağası Yusuf Paşa, Karl'ı memnun ederek, Azak ve Tagonrog'un teslim edilmemesini Rusya'ya yeniden savaş açılması için bahane olarak kullandı. Şafirov, Tolstoy ve genç Şeremetev Yedikule'ye geri gönderildiler. Bu esnada Tolstoy, Petro'ya yazarak Rusya'ya dönmesine izin verilmesi için istirhamda bulundu. Çetin koşullar altında on yıldır Osmanlı'da kalmış, yürüttüğü müzakereler artık amiri Şafirov tarafından üstlenilmişti. Petro bunu kabul etti ancak Türkler mutabık değildi. Kendisine nihai antlaşma imzalanana kadar beklemesi gerektiği, bunun ardından Şafirov'la beraber dönebileceği bildirildi. Bu yeni savaşta herhangi bir çarpışma yoktu ve Nisan 1712'de Petro'nun nihayet Azak ve Tagonrog'u teslimiyle sessizce sona erdi. Esasen Apraksin kaleleri işgale gelen Türk paşasıyla öyle iyi geçindi ki tüm top, barut ve ikmal malzemeleriyle geride kalan Rus gemilerinden dördünü iyi fiyatlara satmayı başardı. Bir Rus kaptanı da Whitworth'a, satılan gemilerin "ilk fırtınada parçalanacak" kadar çürümüş oldukları teminatını bile verdi. Bu barış anlaşması kısa sürede Yusuf Paşa'nın devrilmesi ve yerine gelen Süleyman Paşa'nın, çarın askerlerini hala Lehistan' dan çekmediği yolunda aralıksız şikayet eden Karl'a kulak vermesiyle akamete uğradı. Türkler 10 Aralık 1712'de antlaşmanın ilgili maddesini uygulatmak için üçüncü defa savaş açtı. Tekrar, İngiltere ve Felemenk temsilcilerinin desteklediği Şafirov fiili çarpışmalar başlamadan meseleleri başarıyla hal yoluna soktu. Golovkin'e yazısında şu bilgiyi veriyordu: "Bu savaş Türk halkının bütünü tarafından sevilmemektedir. Sırf baştan beri Prut barışından memnun kalmayan padişahın iradesiyle başlatılmıştı. Padişah talihli şartlardan gereği gibi faydalanmayan sadrazama karşı büyük öfke duymaktadır." Nisan 1713'te, 3. Ahmet ordusunu topladı, dördüncü defa savaş ilan etti ve yanında Poniatowski'yle birlikte Rusya'ya tatbik edilecek daha yıkıcı şartlar içeren barış hükümlerini hazırladı: Tüm Ukrayna Osmanlı'ya terk edilecekti; St. Petersburg dahil Petro'nun tüm fetihleri İsveç'e iade edilecekti. Petro bu tehdide konuyu müzakere etmekle yetkilendirilmiş bir temsilci göndermeyi reddederek basitçe karşılık verdi. Zamanın geçmesiyle padişahın savaş şevki de kalmadı. Rusya'yı işgal fikrinin geçerliliğinden şüphe etmeye ve Karl'ı birçok sorunun kaynağı olarak görmeye başladı. Bender paşasına, Osmanlı devletini terk etmesi ve ülkesine dönmesi için İsveç kralı üzerindeki baskıyı artırması talimatı verildi. Rusya'yla müzakerelere devam edildi; sadrazamlar geldi ve gitti - Süleyman Paşa'nın yerine İbrahim Paşa, sonra padişahın en gözde damadı Ali Paşa geldi. En nihayetinde 18 Ekim 1713'te dördüncü savaş da padişahın Edirne Antlaşması'nı onaylamasıyla üç yıl içerisinde sona erdi. Fakat Şafirov, Tolstoy ve Mihail Şeremetev Rus-Türk sınırının nihai tespitine kadar hapiste tutuldu. Temsilciler sonunda Aralık 1714'te serbest bırakıldı ve ülkelerine dönmelerine izin verildi. Aylarca süren kapalılık ve bilinmezlikler genç Mihail Şeremetev'in üzerinde çok menfi bir etki yaratmıştı. Yedikule'de aklını yitirdi ve ülkesine dönüş yolunda öldü; Şafirov ve Tolstoy ise Büyük Petro'nun saltanatı sırasında mühim roller oynamaya devam etti. Prut felaketine dönüp de baktığında, Petro'nun hatalarını kavraması zor olmadı. Normalde ihtiyatlı taktiklerini, XII. Karl'a karşı başarıyla uyguladığı bekleme oyununu terk etmişti. Bunun yerine Karl'ın rolünü benimseyip ihtiyatsızca Osmanlı devletinin üstüne atılmış, sadakatsiz çıkan bir müttefikin desteğine ve tedarik malzemelerine güvenmişti. Türk ordusunun gücü hakkında yanlış bilgiler almış ve sadrazamın hareket hızını yanlış hesaplamıştı. Türk ordusu Tuna'yı geçtikten sonra ve kuzeye ilerlerken dahi ilerlemesini sürdürmüştü. Daha sonraları, "yardımım için yakaran Hıristiyanları ümitsizliğe sevk etmemek amacıyla" devam etmek zorunda kaldığı açıklamasını getirmiştir. Gerçekte ise, seferi için en önemli Hıristiyanlar olan Eflaklılar ona ihanet etmişti. Yine de, akim kalmasına rağmen, Petro'nun Prut'a yürüyüşü Rus tarihinde yeni bir ufkun açıldığını haber vermiştir. Bir Rus çarı Balkanlar'ı işgal etmiş, Rus piyadesi Tuna'nın altmış kilometre yakınına kadar yürümüştü. Rus atları Kiev'in sekiz yüz kilometre güneyinde, Tuna'da atlarını sulamışlardı. Başka bir kehanet, Rusların Balkan Hıristiyanlarını kafire karşı isyana ve Rusları kurtarıcı olarak karşılamaya çağırmasıydı. Bu çarpıcı sesleniş bir tohum attı ve Rusya'nın Balkan Slavlarının koruyucusu olarak hareket edeceği fikrini yerleştirdi. Prut mağlubiyeti ve padişahla nihai antlaşması Petro'nun güneydeki iddialarını sonsuza kadar bitirdi. Azak ve Tagonrog'dan Rus bayrağının indirilmesi ve kalelerin yıkılmasıyla gençliğinin rüyası ve on altı yıllık çalışması sona ermişti. Petro Azak hakkında, "Tanrı Adem'i cennetten atar gibi beni de bu yerden attı" demiştir. Yaşamı süresince bir daha asla Karadeniz filosu olmayacaktı. Don Nehri'nin ağzı kapalı kaldı ve padişahın özel gölü halinde kalan Karadeniz Rus gemilerine kapalı tutuldu. Rusya'nın Kırım'ı fethetmesi, Don Nehri'ni açması ve Kerç Boğazı'ndan zorla geçmesi, Petro'nun başlattığı işi tamamlayan Büyük Katerina'nın zamanında meydana geldi. Rusya tek kelimeyle Petro'nun bir arada başlattığı işleri başaracak kadar güçlü değildi. Çar İsveç'le hala savaştaydı, St. Petersburg'u inşa ediyordu ve kapsamlı reformlar ve örgütlenmelerle Moskof çarlığını yeni ve teknolojik bakımdan modern bir Avrupa devleti halinde biçimlendirmeye gayret ediyordu. Bu her şeyin üstündeki son hedefinde Baltık ve St. Petersburg, Karadeniz ve Azak'tan daha önemliydi. Petro farklı bir seçim yapıp, Neva'daki inşaatı durdursaydı, enerjisi, emeği ve parasını Ukrayna'nın Rus devletine bağlanmasına yöneltseydi, askerlerini ve denizcilerini Lehistan ve Baltık'tan çekip hepsini Türklerin karşısına çıkarsaydı, o zaman Petro'nun hayatı zamanında bir Rus filosu, bayrağıyla Karadeniz'de yelken açabilirdi. Onun seçimi farklı oldu. Batı uğruna güneyi terk etti, Karadeniz karşısında Baltık'a öncelik verdi. Rusya'nın Büyük Petro idaresinde nihai yönü Osmanlı İmparatorluğu'na değil, Avrupa'ya doğru olacaktı. Petro kayıpları ve bunun sonuçları hakkında çok dürüsttü. Apraksin'e şöyle yazmıştır: Bu kadar emek ve paranın harcandığı yerlerden mahrum kalmamız acı vermiyor değil. Yine de bu mahrumiyetin bizi kıyas kabul etmez derecede daha önemli kazanç sağlayacak diğer tarafta [Baltık] güçlendireceğini umuyorum. Daha sonraları Petro, Prut'ta başına gelenler hakkında daha da veciz bir değerlendirmede bulunmuştur: "Benim oradaki 'talihim', yüz darbe almaya mahkum edildiğim bir yerde elli darbe almam olmuştur." |
2024.04.26 14:01 RaspberryNo307 No words
submitted by RaspberryNo307 to jiowasamistake [link] [comments] |
2024.04.23 06:46 Smart_Imagination_81 I am confused
2024.04.21 19:47 uak125 Bebo ki chudai dekh k aj sab muth marlo jaldi se bebo ki gand dekh lo
submitted by uak125 to u/uak125 [link] [comments]